Jules Verne Kitaplığı #1-Doktor Ox'un Deneyi || Kitap İncelemesi






Yayınevi:İthaki Yayınları

Türkçe (Orijinal Dili:Fransızca)
136 s. -- 3. Hamur-- Ciltsiz -- 11 x 18 cm 
İstanbul, 2007
ISBN : 9789756902967

Çeviri: Arzu Özgüner








Puanım:

Yazar Hakkında


  • 1828’de Fransa’da doğdu. Jules Verne, denizcilik geleneği olan bir ailenin çocuğuydu ve bu durum onun yazın hayatını derinden etkiledi. Küçük bir çocukken gemilerde tayfalık yapmak için evden kaçtı ama yakalanıp ailesine teslim edildi.
  • 1847’de hukuk öğrenimi görmesi için Paris’e gönderildi. Ancak Paris’teyken tiyatroya ilgisi derinleşti. 1850’lerin sonlarında ilk oyunu yayımlandı. Babası, hukuk öğrenimini duyduğunda aralarında büyük bir tartışma çıktı ve harcamaları için gönderilen para kesildi. Bu durum Jules Verne’i öykülerini satarak para kazanmaya zorladı.
  • Paris’in kütüphanelerinde jeoloji, mühendislik ve astronomi okunarak geçirilen uzun saatlerden sonra Jules Verne ilk kitabı Balonla Beş Hafta’yı yayımladı. Bu romanı, Dünyanın Merkezine Seyahat, Dünya’dan Ay’a ve Denizler Altında 20Bin Fersah gibi romanlar izledi.
  • romanlarının büyük beğeni toplaması Jules Verne’i zengin bir adam yaptı. 1876’da büyük bir yat aldı ve Avrupa’nın çevresini yatıyla dolaştı.
  • 1905’te Amiens’te öldü.

Arka Kapak Yazısı

Bir yanda arzuları dizginlenmiş, yaşamları alabildiğine tekdüze ve sakin, bir evlilik kararını on yılda verecek kadar ağırkanlı insanların yaşadığı bir kent: Quiquendone. Diğer yanda Ouiquendonelularla taban tabana zıt, sıcakkanlı, civa gibi yerinde duramayan, esrarengiz bir bilim adamı: Dr. Ox.

Doktor, kentin aydınlatılması işini üstlenir ve bunun için bir gaz fabrikası inşa ettirerek çalışmalara başlar. Ancak gaz borularının döşenmesiyle birlikte, kentte anlaşılması güç olaylar yaşanmaya başlar...

Bilim kurgu romanlarıyla edebiyata yepyeni bir soluk kazandıran, yüz elli yıldan beri, kuşaktan kuşağa her okura zengin dünyaların kapılarını aralayan Jules Verne'den bilimsel yanı olduğu kadar, inceliklerle örülmüş mizahi yanı da ağır basan, bir solukta okunacak bir kitap.

Kapak ve Baskı
İthaki Yayınları'nın 2001 yılıyla ilk basıma çıkan Jules Verne Kitaplığı'nın tüm kapakları aynı baskıya sahip.Jules Verne'nin kendisine ait resmi ve altında yazan kitap ismiyle tam set halinde alınası duruyor. Çünkü bu şekilde konuya uygun kapak değil ama bir standart oluşturmak çok güzel olmuş. İç baskısında da yazarın ufak bir tanıtımı bulunmakta. Tüm kitaplığın küçük boy kitaplar olarak basıldığını belirtmeliyim.

İnceleme
Öncelikle Jules Verne kitaplarını neden İthaki'den okudum? Onu belirtmeliyim! Jules Verne Fransız bir yazar. Ve bizim çocuk kitabı olarak yıllar boyunca okuduğumuz kitapları çok daha uzun ve çok daha derin anlamlar barındırıyor. Ancak genel olarak yayınevlerimizde bu kitabın Fransızca'da İngilizce'ye çevrilmiş hali Türkçe'ye çevriliyor. Bir de çocuk kitabı adı altında sadeleştiriliyor. Hal böyle olunca okuduğumuz kitap, kitaptan başka her şeye benziyor. Her neyse İthaki Yayınları ben daha küçücük bir çocukken bu işe el atmış ve Jules Verne Kitaplığı'nı oluşturmuş. Çevirmenleri Alev Özgüner direk Fransızca'dan çevirmiş ve kitap sadeleştirilmeden yayınlanmıştır. Hal böyle olunca inceleme yazılarıma Jules Verne Kitaplığı'nı da ekledim. İthaki Yayınları'nın sıralamasıyla ilk kitap olan Doktor Ox'un Deneyi ile başladım. 


Doktor Ox'un Deneyi'ni almak için ne kadar uğraşsam da hiçbir kitapevinde, hiçbir internet sitesinde bulamadım. Bir gün üniversitenin kütüphanesinde gezinirken incecik haliyle gözüme çarptı ve aradığımı bulmuş oldum. Bu incelemeden sonra benim kitaplığımdaki yerini almayacak olsa da bu yazıyı girdiğim için mutluyum.
Doktor Ox'un Deneyi kısacık olduğundan yarım saat gibi bir sürede bitti ve gerçekten güzel bir kurgunun aceleye getirilmiş olduğunu düşündüm. Belki de yazar o kadar çok bilim kurgu hikayesinin arasında bunu detaylandırmayı gereksiz görmüştü ama uzun bir kitap olmayı hak eden bir kurgusu vardı.
Quiquendone kentinin yaşayanları fazlasıyla uyuşuk. Uyuşuk kelimesi bile yetersiz olabilir bu halk için konuşma esnasında bile iki cümleyi art arda söylemiyorlar. Aradan saatler geçiyor ve belki konuşma gereği duyuyorlar. Hatta bu yavaşlık hayatlarına o kadar yansımış ki orada yaşayan hayvanlar, bitkiler bile bu koşullara uyum sağlamış.
Mesela haftalar önce başlayan bir yangını söndürmek konusunda karara varamadıkları için erteleyen bir şehirden bahsediyoruz. Ya da yıllarca Belediye Başkanlığı yapmış bir insanın sırf doğru bir karar vermek adına hiçbir karar verememesinden!
Ve bunların aksine Doktor Ox, kanı deli akanlardan. Bu şehrin aydınlatması düzenlemek üzere gelmiş ve şehrin ona bu konuda izin vermesinin tek nedeni tüm masrafları doktorun karşılıyor oluşu! Doktorsa farklı amaçlar peşinde... 
Aydınlatma meselesi sadece bir göz boyamaca ve Doktor Ox'un niyeti bu uyuşuk insanlar üzerinde bir deney yapmak. Ki yaptığı deneyde başarılı da oluyor! Ama niyeti ne ola ki? Okuyun.
Aslında bu kitapta yazarın müzik ve sanat bilgisini konuşturduğunu görebilirsiniz. Kim bilir! Belki sadece bunun için bile yazmış olabilir bu kısa hikayeyi. Bu kentteki müzikaller, operaların bile ritimleri düşük. Yavaş ve zaman alıyor. Altı saatte ancak iki perde oyun izleyebiliyorsunuz, düşünün!
Bol bilgi içeren, bol müzik ve dans kavramlarıyla dolu, bazı yerlerde beni bile galeyana getiren bu kitapla Jules Verne Kitaplığı'nın açılışını yapmış oldum. Sizler de merak ediyorsanız alın okuyun diyeceğim ama şu an bu kitabın satıldığı nereler var inanın ben de bilmiyorum.

18.GKK Blog Turu || Köle-Işıl Parlakyıldız || Kitap Yorumu

Turumuzun ilk gününden hepinize merhabalar! Bu turumuzda Müptela Yayınları'ndan çıkan Köle kitabını sizler için yorumlayacağız.Öncelikle tur için bizden desteklerini esirgemeyen Müptela Yayınları'na çok teşekkür ederiz.
Gelelim turun ilk yorumuna :D Kitap ilk geldiğinde kalınlığıyla dehşete düştüğümü belirtmeliyim. Yazarın daha önce aynı yayınevinden çıkan Duygu ve Alim'i okumuş birisi olarak, bu sefer farklı bir tarzla karşımıza çıktığını söylemeliyim.

2400 yılında, teknoloji şu ankiyle neredeyse aynı, ancak dünya barışıyla monarşik isteme geçilmiş! Tarihi roman türüyle distopyanın hafif bir karışımı olsa da baştan sonra bir aşk romanı olduğunu belirtmeliyim.
Aslında hangisinin daha önce yazıldığını bilmesem de elimde olmadan sürekli Kiera Cass'ın The Selection serisiyle kıyasladım. Orada kızların içinden bir seçim söz konusu olsa da oluşturulan evren çok benzerdi. Tabii ikisini kıyaslamıyorum, kıyaslayamam. Çünkü dediğim gibi hangisi önce hangisi sonra yazılmış bilmiyorum! Sadece evrenleri çok benzer...
Gelelim Köle'ye... Modern Çağ Masalı demişler.. Gerçekten de öyle. Historical çok sevdiğimden iki günde ellerimde eridi gitti kitap ama nasıl gitti bir de bana sorun :D
Kitap için şöyle bir tabir kullanabilirim aslında, olaylar sanki günümüz İngiltere Kraliyet Ailesi'nde yaşanıyormuş gibiydi. O yüzden diğer tarihi romanlardan farklıydı benim için.
Bence bu kitabı okumak için bir yaş sınırlaması getirmeliyiz. Gerçekten ama... Koskoca kitapta dolu sahne var öpüşüklü!
Öpüşüklü demişken aklıma geldi, konudan biraz bahsedeyim. Baştan söylemeliyim ki kölelere soylu kanını taşıyan birinin dudaklarının değmesi yasak! Yani bizim kölemi Jaymie ve prens Edward öpüşemezler! Yasak! Ancak gönül ferman dinlemiyooor...
Birbirlerini gerçek manada ilk gördükleri anda aşkla tutulan bu çift için çok uzun bir yolculuk olduğunu söylemeliyim çünkü veliaht prens zamanında tam bir zampara! Ve bir kölenin ne kadar şansı olabilir ki?
Ancak Jaymie karakterinin her tavrıyla beni delirttiğini belirtmeliyim. İnsan biraz cazgır olur! Her şeye evet, tamam ... Da... Nereye kadar!? Bana daral geldi valla Prens'e daral gelmişti bir yerlerde!
Konuyu daha detaylı olarak tur arkadaşlarımdan öğreneceğiniz için sizleri daha fazla sıkmadan bırakıyorum. Eğer siz de bir adet okuduğumuz bu kitabın sahibi olmak isterseniz çekilişlerimize katılmayı unutmayın!

Karanlıkta Buldum Seni-A.Meredith Walters || Kitap Yorumu


Maggie Young, kendi deyimiyle, küçük bir kasabada, süper not ortalaması ve sıradan okul aktiviteleriyle yaşayıp giden sıradan bir kızdır. Normal bir ailesi, normal bir okulu, normal arkadaşları, kısacası normal bir hayatı vardır. On sekiz yaşına girmek için gün sayan Maggie, artık sıra dışı bir şeyler yaşamak, tutkuyla sevebileceği bir şeylere sahip olmak ister. VE KADER KARŞISINA CLAYTON REED’İ ÇIKARTIR…Clayton Reed. Kasabadaki yeni çocuk. Kimseye yüz vermeyen gizemli yakışıklı. Geçmişinden kaçıp sığındığı bu küçük kasabada, her şeyden ve herkesten uzak durmaya kararlı. MAGGIE HARİÇ…Herkesten köşe bucak kaçan Clayton, dış dünyayla arasına kalın duvarlar örse de Maggie o duvarların ardında neler olup bittiğini öğrenmeye kararlıdır. Çünkü tanıdığı hiç kimseye benzemeyen bu gizemli yabancıya deliler gibi âşık olmuştur. Ama o duvarların ardında yaşananlar Maggie’nin tahmin edebileceğinden çok daha korkunçtur. Clayton çok geçmeden adeta bir kelebek gibi Maggie’nin ışığına kapılıp özgürleştiğini sanır, Maggie ise Clayton’ın karanlığına hapsolur. Gün geçtikçe büyüyen bu karanlık, ikisini de yavaş yavaş yutarken onlar aşklarının her şeyin üstesinden geleceğine inanmaya devam eder. Çünkü delice bir aşktır onlarınki. Ya da belki sadece delilik…New York Times çok satan yazarı A. Meredith Walters’tan kırık bir “ilk aşk” hikâyesi…
Öncelikle bizi bu kitaba kavuşturan Go Kitap'a teşekkür ederim. Ve büyük bir istikrarla mıknatıslı kapak baskısı yaptıkları için bir kez daha teşekkürler.
Kitap bana ulaşalı iki hafta oldu ve kitaba başlama konusunda biraz çekingen davrandım. Çünkü konusunun farklı olabileceğini biliyordum ama ilk iki sayfayı okuduktan sonra ürperdim ve kitabı bıraktım. Anlıyorum ki bu kitaplar bana göre değil ama sevenleri için anlatacağım tabii ki. Aslında Go Kitap'ın bir temanın altında çok da stres içermeyen bir adım sonra ne olacağını bilmeden ilerleyen bir tarzı yoktu. Yani eskiden yoktu! Artık var. Çünkü bu kitap adamı yerinden hoplatır! Harbi gerilim dolu!
Clayton Reed karakteri gerçekten çok sarsıcı bir karakter ve bu kişiliğin ortaya çıkmasında yazarın önceden çalıştığı meslekle bağlantılı olduğu kesin. Çok farklı bir karakter ama uçarı değil. Yani okuduğunuzda böyle bir insan yoktur demezsiniz. Kesin vardır dersiniz! O kadar gerçekçiydi. Zaten beni ürperten tarafı da buydu.
Kitap başlarda hepimizin bildiği iyi kız kötü çocuk edalarıyla başlasa da ilerisinin bu kadar sivrileceğini düşünmemiştim. Bizim sevimli,tatlı ama hiyerarşinin tepelerinde olan Maggie miz tabiki de gönlünü okula yeni başlayan cool bebe Clayton'a kaptırır.Aslında hiç kimseyle muhabbet dahi etmek istemeyen Clayton da Maggie de bir nebze huzur bulur ve arkadaşlıkları başlar.
Ancak yaşadıkları aksiyonu ben şu yaşıma kadar yaşamadım. Arkadaşlıkları tahmin edersiniz ki bir aşka dönüşüyor ki bu kapak arkasında da yazıyor zaten.  Ve sevgileriyle eski yaşantıları, gelecekleri ve şimdileriyle baş edebilecekler mi? Ben okurken gerçekten çok gerildim. Ve bu tarzın bana göre olmadığını anladım. Merak öğesi hep hat safhada.
Clayton'la ilgili bir sıkıntı olduğunu tahmin ediyorsunuz zaten ve 100lü sayfalarda gerçek yüzünü gösteriyor. Sonrasıyla Maggie'nin ona olan saf aşkı bence. Evet Clay'de seviyor ama ben o sonda olandan sonra onu haklı göremem ne yazık ki!
Evet, bu tarz farklı türde kitap okumak isteyenler için önerebilirim. Ancak diken üzerinde oturmak istemeyenler için pek doğru bir kitap olmayabilir.

Puanım:

17.GKK Blog Turu || Deli Divane-Nehir Erdem || Kitap Yorumu








"Susmadığın her an, seni öperek susturacağımı söylemiştim Yeliz! Ve bunu yapmaktan asla çekinmeyeceğimi biliyorsun, aksine bu bir zevk olacak..." Bir yanda Karadeniz gibi bir adam: Hırçın, öfkeli, mert… Diğer tarafta başına buyruk bir deli kız: İnatçı, sevimli, çenebaz… "Benim ilk aşkım sensin Memet... Kalbim ilk defa sana attı ve Allah şahidimdir en son yine sana atacak..." Ve doludizgin giden bir aşk: Karadeniz kadar hırçın, yaylalar kadar özgür, İstanbul kadar tutkulu… 







17. Blog turumuzdan herkese merhabalar! Bu turumuzda Müptela farkıyla geçe hafta, Sevgililer Günü kitabı olarak çıkan Deli Divane'yi konuk ediyoruz. Öncelikle Nehir Erdem'e ve Müptela Yayınları'na çok teşekkür ederiz.
Bugün sizinle kitap yorumumu paylaşacağım. Yarın ve Cuma içinse farklı konularla burada olacağım, o yüzden takipte kalın.
Öncelikle Karadeniz içerikli daha önce hiç kitap okumadığımı belirtmeliyim. O yüzden de ilk zamanlar kitap ayracının kemençe olduğunu gördüğümde fena halde ilgimi çekmişti.
Bir Karadeniz uşağının ne kadar inatçı olabileceğini bilmelisiniz her şeyden önce! Aynı zamanda hırçın.. Aynı Karadeniz dalgaları gibi... Tabii bizim Memet'inde fazlası var azı yok. VE Yeliz'de inatçı, hazırcevap olunca.. İki inatçı keçi köprüde karşılaşmış hesabı, bizimkiler bir yol kavşağında karşılaşır. Atışmalar, yanlış anlaşılmalar, Yeliz'in abilerinin yaptığı ufak bir planla Mehmet ve Yeliz'in tanışması kaçınılmaz olmuştur. Ve çoğu yerde kahkaha attığımı belirtmeliyim. Kitapta kullanılan küfürlerinde yerli olduğuna inanıyorum. Abartılı değildi.
Konusundan ziyade özellikle babaanneli sahnelerden bahsetmek istiyorum. Gerçekten bu kadar dobra, böylesine açık başka biri yoktur herhalde! Tabii Yeliz'de babaanneye benziyormuş o ayrı. Ama gerçekten bu kadar eğlenceli bir karakter var mı daha ya :D Babaanne'm ha biturdun bizi da! :D
Kitabın içeriğinde de çok fazla yöresel öğeler vardı tabii Karadeniz'de geçtiği için gayet normal. Dipnot kullanmaları gerçekten çok iyi olmuş çünkü anlamadığım bir sürü kelime vardı.
Açıkçası her Türk yazara başta ön yargılı yaklaşıyorum, kabul. Ve eminim bir çok kişi de benim gibi düşünüyordur. Çünkü bir süre sonra konu uzamaya başlıyor ve aynı şeyler tekrar ediliyor. Ancak bu kitapta gerçekten tam kıvamında olduğunu hissettim. Bunu bütün kalbimle söylüyorum. Tür yazarların kalın kitaplarından sonra 300-400 sayfalık romanlara hasret kalmıştık. O yüzden de Deli Divane tam kıvamında olmuş.
Ve Mehmet sana iki çift lafım var! Sen nasıl bir katıksız salak, nasıl bir geri kafalısın! Nasıl sormadan, konuşmadan böylesine vicdansız olabiliyorsun? E bi dinleseydin be abicim!
Kitap üçüncü ağızdan anlatılmıştı ve aslında okuduğum son 3 Türk yazar da bu bana sıkıntılar yaşatsa da Deli Divane'de öyle hissetmedim. Hızlı geçişleriyle konuyu merak ettire ettire ilerlemesi ve tabii ki aşıklarımızın atışmaları çok eğlenceliydi.
Ben okurken gerçekten çok eğlendim yeri geldi sinirlendim yeri geldi Yeliz'in kıskançlığını ben de hissettim. Nehir Erdem'in kalemi biraz farklı. Yani herkesin çekinerek yazacağı şeyleri söylemekten korkmuyor. Yüzüne yüzüne vuruyor olacakları. O yüzden de gerçeğe çok yakın olanlar. Çiçek Kızlar'da da böyleydi ve Deli Divane'yi okurken keyif aldığımı tekrar belirtmeliyim.

Puanım:
         


İki Hayat Arasında-Jessica Shirvington || Kitap Yorumu



Mükemmel hayat mı?Yoksa mükemmel aşk mı?Sen seç. Sabine herkes gibi değildi. Kendini bildi bileli, iki hayatı vardı. Her yirmi dört saate bir Değişim geçiriyor ve her günü iki kere yaşıyordu. Mükemmel Hayat. Wellesley'de, Sabine istediği her şeye sahipti: cazibeli arkadaşlar, şık kıyafetler, başarılı bir okul yaşamı, herkesin birlikte olmak istediği bir sevgili ve göz kamaştırıcı bir gelecek... Mükemmel Aşk.
Roxbury'de Sabine'in bambaşka bir hayatı vardı: maddi zorluklar çeken bir aile, serseri arkadaşlar ve sırrı ortaya çıktığında başına gelen korkunç olaylar… Ama sonra Ethan'la tanıştı. Yakışıklı ve ilgi çekiciydi; üstelik Sabine, daha önce hiç kimse için böyle şeyler hissetmemişti.
Tüm istediği tek bir hayat yaşamak olan Sabine, bu nihayet mümkün gibi göründüğünde, amacına ulaşmak için bir dizi tehlikeli deney yapmaya başlamıştı. Ama kendisine inanan tek adamı ve geri kalan her şeyi riske atmayı göze alabilecek miydi?


Keşke tanıdıklarım bu kitabı okumam için bana daha çok baskı yapsalarmış. Daha önce okumalıymışım. İlk çıktığında koşa koşa almalıymışım. Kasım 2014'de çıkan İki Hayat Arasında'yı okumak bana yeni vesile oldu. Ama çok pişmanım önceden okumadığıma.
Direk lafa dalacağım ama yazar kurgunun canını okumuş. Yemin ederim yerden yere vurmuş. Hem de kitabı seri haline getirmeye gerek kalmadan! Öyle yazılmaz böyle yazılır demiş. Ve beni perişan etmiş, iki gece gözüme uyku girmemesini sağlamıştır. Bu kadar karmaşık bir olayı 300 küsur sayfaya sığdırmış ve bunun için bir kez daha takdirimi kazanmıştır.
Her gün farklı bir hayata uyandığınızı düşünün! Her günü iki kere yaşadığınızı! Aynı dersleri iki kez gördüğünüzü...  Olduğunuzdan daha olgun olmaz mıydınız? 18 yaşında aslında 36 olurdunuz! Sabine işte o kişi. Bizim yerimize iki hayatı birden yaşayan... Neden böyle olduğu hakkında hiçbir fikri yok! Tahminince doğduğundan beri iki hayatı da yaşıyor ve ikisi de birbirinden gerçek!
Sabine ikisinde de farklı karakterde ve kitap daa "Ben yalancının tekiyim!" diye başlıyor. İki farklı hayatını gerektirdiği gibi yaşıyor ve bu durumdan pek de mutlu olduğu söylenemez. 18 yaşına bastığı haftadan itibaren yaşadıklarına birebir tanık oluyoruz. Gerçekten etkileyici olduğunu belirtmeliyim.
Sabine hayatları arasında geçiş yaparken de bir süre sonra sizde alışıyorsunuz ve hiç yabancılık çekmiyorsunuz. Zaten iki hayatı birbirinden o kadar farklı ki Sabine'nin hareketlerinden bile anlaşılıyor nerede olduğu...
Eğer Sabine'nin seçim yapabilmesi mümkün olsa yapacak! Hiç gözü korkmuyor çünkü çok yorulmuş yaşadıklarından. Tek bir hayatı olsun istiyor. Artık paralel evrenleri arasında geçiş yapmak istemiyor. Ama vücudunda yaptığı en ufak bir değişiklik diğerine de yansıyor o yüzden de bir tarafta kendini öldürecek olsa diğerinde de ölecek.
Ancak bir gün hayatlarının birinde kolunu kırıyor. Ve gece 12 yi vurup değişim geçirdiğinde öbür hayatında kolunun kırık olmadığını görüyor. Bu da bizim hikayemizin başlangıç noktası oluyor. Böylece Sabine kendince testler yapıp, gerçekten bir tarafta kendi bedenine yaptığı değişikliklerin diğeri etkileyip etkilemeyeceğini öğrenmeye çalışıyor. Tabii bu arada iki ailesini de sanki hiç bir şey yokmuş gibi oyalamak zorunda!
Mezuniyeti yaklaştıkça olaylar iyice sarpa sarıyor ve siz ilk sayfalardan itibaren kitabı elinizden bırakmadan tek solukta okuyorsunuz. Nefes bile almaya fırsat kalmadan kitap bitiyor. Evet!
Aslında uzun lafın kısası siz gidin bu kitabı alın. Ama kesin alın, mutlaka alın. Okuyun, sonra gelin tartışalım. Gerçekten.
Peki ya sizin iki hayatınız olsaydı? Evet, gerçekten soruyorum. Sizin iki hayatınız olsaydı nasıl davranırdınız?

Puanım:
           

Locke Lamora || Dream Boyfriend


Aslında başlığa bakmayın. Çünkü benim bir nişanlım var zaten. O yüzden bunu yazarken boyfriend ve dream kelimelerini kullanmayı tercih etmiyorum. Bu daha çok en sevdiğim erkek karakter olabilir. Zaten karakter kartlarını yaparken de arkadaşlarımdan ricam gölgeli bir resim olmasıydı ama bulamadık o ayrı. Her neyse! Bu Sevgililer Günü'nde Gezginler olarak sizleri yalnız bırakmak istemedik ve böyle bir etkinlik başlattık. Eğer diğer kızların 'Dream Boyfriend' lerini merak ediyorsanız facebook sayfamıza gidebilirsiniz.
Gelelim benim karakterime... Locke Lamora'nın Yalanları kitabından Locke Lamora! Bu karakteri ne kadar çok sevdiğimi aslında kitapla ilgili yorumumu okuyarak da  anlayabilirsiniz. O yüzden linki BURAYA bıraktım. 
Locke Lamora zeki, kıvrak zekalı, hızlı düşünen, plansız işlerinde daha başarılı olan bir karakter. Bu konuyu Fangirl'lük yapmak için açtığımız çok bariz ama Locke Lamora aşık olduğunuz Alfa karakterlere pek benzemiyor. Hatta hiç benzemiyor. Çünkü zayıf, cılız, kas yoksunu! Ama resimdende anlamışsınızdır zekası gözlerinden fışkırıyor resmen! Benim bu karakter de en beğendiğim özellik ise her işin altından kalkması. Yani işler sarpa sardığında tereyağından kıl çeker gibi sıyrılıyor. Yaşam sevgisi çok anlayacağınız. Ve hırsız! Sanırım en sevdiğim kısmı! İlginç, evet. Ama hırsızlık bir karaktere bu kadar yakışabilir, bu kadar onunla bütünleşebilirdi. Aslında kitap yorumumda öylesine fazla övdüğüm için şu an pek de fazla kelime bulamıyorum söyleyecek.
Sizlerinde 'Dream Boyfriend'inizi varsa yoruma yoksa yine yoruma bekliyorum canlar... 

Yara İzleri-Jorge Franco || Kitap İncelemesi

Yukarıda yazan 'Kitap İncelemesi' ifadesini fark ettiniz mi bilmiyorum. Aylardır aklımda olan ancak istediğim inceleme kitaplarını okumaya fırsat bulamadığımdan bu başlığa bir konu girmemiştim. Bu sekmenin kitap yorumlarımdan farklı olacağını belirtmeliyim. İyisiyle kötüsüyle, ötesiyle berisiyle inceleyeceğim kitabı.
Bu kısa açıklamadan sonra İstanbul Kitap Fuarı'ndan beri beklettiğim kitabım Yara İzleri'nin incelemesine geçebilirim.
* * *




Yayınevi:İthaki Yayınları
Çevirmen:Seda Ersavcı
Türkçe (Orijinal Dili:İspanyolca)
320 s. -- 2. Hamur-- Ciltsiz -- 14 x 20 cm 
İstanbul, 2012
ISBN : 9786053752387








Yazar
Gabriel Garcia Marquez'in "Meşaleyi teslim etmek istediğim yazar..." dediği Jorge Franco Yara İzleri kitabını Santa Suerte ismiyle 2010 yılında yayımladı. 1962 yılında doğan Kolombiyalı yazar kitapları için defalarca ödül almış. 
Kalemi gerçekten güçlü ve tam kendinizi edebi anlatımın, ağır tasvirlerin arasında kaybedecek gibi hissederken karşınıza yeni bir kurgu çıkartıp sadece betimlemelerle boğmuyor.
İthaki Yayınları'ndan 2012 yılında ilk baskısı çıktı. Ve yeni baskısı yok diye biliyorum. Böylece bir süre sonra satışı bittiğinde sahaflarda bu kitabı arayıp durmamak için şimdiden satın almakla akıllılık edersiniz.





Kapak Ve Baskı
Kitabı her şeyiyle incelemek dedim baskıdan söz etmeden buralardan gidemem. Kapağını gördüğünüzde elinize bile almamaya sebep olacak kadar yavan. Ancak orada gördüğünüz arıların çok manidar bir anlamı var. Kapağın böylesine sade olması sadece kurguya odaklanmanızı sağlıyor. Ve bırakmak istediği etkiyi tam kıvamıyla hissettiriyor. Arka kapaktaki yazı üç kardeş için çok anlamlı ve tüm romanı kapsayacak kadar da yeterli olmuş. Kitabın ilk sayasında yazarla ilgili bilgiler yer alıyor. Vikipedi'deki bilgiler bile Fransızca olduğu için yazar hakkında bilgi edinmek oldukça zor olmuştu. Buradan daha detaylı öğrenebilirsiniz.

İnceleme
Bir yangın. Hikaye bir yangınla başlıyor ve yangından öncesini konu alarak devam ediyor. Üç kız kardeşin acı dolu hayatını çok manidar bir şekilde ele almış Franco. Yazar, sanki şanssızlığa bir kişilik vermiş. Ve o da bu fırsattan yararlanıp bu üç kız kardeşe dadanmış. Kız kardeşlerin her fırsat sonucu başlarına bir talihsizlik geldiğinde ben "Bu da mı gol değil?" haline geliyordum. Ağzım açık, soluksuz okudum kitabı. Hala da kurgunun nasıl geliştiğini anlamış değilim. Kronolojik sıralamayı mahvetmiş bu roman. Baş, son, orta, sonra yine son ve yine baş! Karman çorman! Ama bu romanı bu kadar güzel yapan etkenlerden biride bu karışıklık. Sonucun ne olduğunu biliyorsunuz ama o sonuca nasıl ulaştığını bilmiyorsunuz. Merak ögesi ve hikayenin ilerlemesi de buna bağlı. Bu üç kız kardeşin hikayesini anlatırken de kronolojik bir sırayla anlatmak mantıklı olur. Çünkü söyleyeceklerimin bazısı 15. bazısı 234. sayfadan! Üç kız kardeş demiştim. Yazar bunları sıfatlandırmış;

Telefon Bekleyen: Amanda. En büyük kız kardeş. Annesi ortanca kardeşi alıp evden gittiğinde küçük kardeşine bakmak zorunda kalıyor. Köyden şehre, annesinin yanına geldiklerindeyse üniversite okuyup çalışmaya başlıyor. En talihsiz kız kardeş. En takıntılısı Amanda. Yaşı ilerlediğinde kendinden çokça genç birisiyle ilginç bir yakınlaşma yaşıyor. Genç adam en son Amanda'yı bırakırken "Seni ararım!" diyor ve gidiyor. Amanda o günden itibaren evden çıkmıyor! Telefon her çaldığında Amanda bakıyor ve çaresizce genç aşkının aramasını bekliyor. Biz romanı okurken Amanda'nın mektuplarını okuyoruz. Ve burada gerçekten çok yoğun bir anlatım vardı. Kurgunun bazı parçalarını bu mektuplardan okuyoruz, öğreniyoruz. Amanda'nın nasıl bir boşluğa düştüğünü, nasıl umutsuzca beklediğini, nasıl bir acı çektiğini yürekten hissedebilirsiniz bu satırlarda...

Acılar İcat Eden:Jennifer. Ortanca kardeş. Genç yaşlarında acının kendisine zevk verdiğini keşfediyor. Mazoşist diyeceğim ama Jennifer acı çekme meselesini daha çok para kazanmak üzere kullanıyor o yüzden sayılır mı bilmiyorum. Bir gün aldığı darbe yüzünden insanların onunla fazladan ilgilendiğini ve hastaneye gidebilmesi için para verdiklerini keşfediyor. Bunun üzerine yıllar boyunca Jennifer bunu bir meslek haline getiriyor. Kazancını yaralarından, morluklarından elde ediyor. Konu her ne kadar üç kız kardeş olsa da baş kahraman Jennifer! Talihsizliklerin en büyüğü Jennifer'a ait ve el attığı iş kuruyor sanki.. Yazar Jennifer'a ayrı bir özen göstermiş. Çünkü böyle bir karakter tasarlamak gerçekten çok zor. İnatçı, dediğim dedik, paragöz, her fırsatı kendi lehine çevirmeye çalışan ancak her seferinde b*ka batan bir karakter! Kurgunun temelinde de Jennifer'in yaşantısı var. 

Bir Delilik Yapan:Leticia. En küçük kardeş. En narini, en erkek düşkünü. Başına açmadığı bela kalmamış. Yaptığı deliliği burada yazmayacağım. Ancak o deliliği anında kendi kendisiyle konuşmalarına şahit oluyoruz biz. Erkek düşkünü olması başına çok büyük belalar açmış ve aslında hala akıllanmamış bir karakter. Sürekli kendiyle konuşuyor, kendine sorular soruyor ve siz bir an durup "Deli misin Leticia? Neden sürekli kendi adını söylüyorsun? Neden kendine sorular soruyorsun?" diyebilirsiniz. Yaptığı delilik bu sorularımın cevabı olacaktır. Erkek düşkünü olmasının başına getirdiği en son bela oğlu! Kaçınılmaz olarak Bay Hiçkimse diye bahsettiği son erkeğinden hamile kalıyor ve kusurlu bir oğlan çocuğu dünyaya getiriyor. Tabii ceremesini yine Leticia çekiyor. 

İkizler: Jennifer'in çocukları. En büyük talih bu çocuklar. Ama dediğim gibi şanssızlık bu aileye dadanmış o yüzden bu çocukların talihi bile aileyi kurtarmaya yetmiyor.
Mahvolmuş, paramparça bir hikaye bu. Ailenin kendisi gibi romanda paramparça. Bir oradan, bir buradan! 

Ancak kitabın son sayfasını kapattığımda yaşadığım derin rahatlamayı yazarak bile tarif edemem. Hani bazı kitaplar vardır böyle seversiniz, koynunuza koyup uyumak istersiniz! Belki biraz okşarsınız severken... Bu kitap öyle bir kitap değil! Çoğu zaman tekmelemek isteyeceksiniz. Ya benimde başıma gelirse deyip yakmak, yok etmek isteyeceksiniz okuduklarınızı.. Ama öyle bir dokunacak ki kalbinize. Yer edecek, hatta taht kurup hükümdarlığı ele geçirecek! İşte o kadar farklı bir kitap. Tam da bu yüzden bu sayfayı kapattığınızda yeni bir sekme açıp internetten bu kitabın siparişini vermelisiniz. Hemen şimdi!

Puanım

Gezgin Kitap Kardeşliği Okuma Etkinliği || Aksiseda-Başak Kızıltan || Kitap Yorumu




Sevgiye aç iki yaralı yürek Buse ve Berke'den sonra Buse'nin en yakın arkadaşı Seda'nın hikâyesini okumaya hazır mısınız?
Buselik adlı ilk romanıyla okurlarını samimi kahramanlarıyla tanıştıran Başak Kızıltan, hiç bitmesin denecek bir romanla daha bizi baş başa bırakıyor. Seda kendisini aşka teslim edecek kadar güçlü bulmazken onun gerçek aşkı olmayı kim hak edecek dersiniz? Peki Yankı, Seda'nın kendi yüreğine bile dinletemediği sesini dünyalara duyurabilecek mi? Geçmişin acı dolu yükünü geleceğin mutluluk umuduna yüklemekten yorgun yüreklerin aşkını okumaya hazır olun. Buse ve Berke'yle Buselik'te hissettiğiniz heyecan, Aksiseda'da Seda ve Yankı'yla artacak. 
"Seda, ben öyle aşk meşk sözleri söyleyebilen bir adam değilim. Dümdüz biriyim. Beni tanıdın, aksi, sert, düz, patavatsız bir adamım. Hani odun diyorsun ya bana, öyle işte. Hep böyleydim, önceden de, şimdi de. Sana kalbimi açtım ben, en kanayan yaramı anlattım. Senin bu yaramı iyileştirmeni, bizi iyileştirmeni bekliyorum Seda. Asıl sen kanatma yaramı. Eğer ben şu zamana kadar sana olan hislerimi belli edemediysem, tamam eşeklik bendedir, ama sen de anla beni lütfen."


Bazen diyorum ki başımı alıp bir yerlere gitsem. Hiçbir şey olmasa.. Gezsem de gezsem her yeri! Ama benim Seda'dan en büyük farkım sevdiğim insanı bulmuş olmam ve yola onunla çıkmak istemem!
Buselikten sonra burada Buse'nin hikayesi devam ediyor ama bu seferki asıl mevzuumuz Seda! Ahmet'ten beklediği ilgiyi, şefkati bulamayan Seda, aslında Seda değil hangi kadın olsa çeker giderdi yani, işte Seda da alıp başını gidiyor.
Hikaye İzmir'de geçiyor ve genel olarak İzmir'deki yer isimleri, mekan, mahalle isimleri bana hep çok karışık gelmiştir. Yıllardır Ankara'da yaşıyorum ve İzmir'in birbirine kilometrelerce uzak ilçelerine bir ısınamadım. O yüzden şu otele gitti, orada şunları şunları yaptı diyemeyeceğim, gerçekten çok karışık O.o
Her neyse dönelim konumuza. Hani az önce konunun girişinde Ahmet'in ilgisizliğinden bahsetmiştim ya ilerleyen bölümlerde bunun sebebini anlıyoruz. Aslında Ahmet düzenli bir ailem olsun derken zamanında Seda uzak durmuş. Hal böyle olunca da aralarına bir soğukluk girmiş. Tabii Seda da kendince haklı, aralarındaki ilişki o süre zarfında bir nebze zorunluluğa,alışkanlığa dönüşmüş ve ikisi de bu durumdan hoşnut değil.*kimi haklı çıkartacağını bilemeyen blogger!*
Aslında konumuz Ahmet değil! Evet böyle uzun uzun anlattım ama ne yapayım konuya bir açıklama getirmeliydim kendimce. Konumuz Yankı! Sevgili Yankı, Seda'nın o her şeyi geride bırakıp otele gittiğinde tanıştığı ve aslında Seda için 'doğru insan'.
Tabii Seda sevmeyi beceremiyor. Yıllarca hep yanlış ilişkilere tanık olmuş ve gerçekten bir insan nasıl sevilir bilmiyorum. Bazen düşünüyorum acaba biz becerebiliyor muyuz ki sevmeyi? Sevmenin nasıl olduğu öğrenilir mi ki? Sevgi yürekten gelir ama hiç etrafında görmediğinde bunu ortaya koymak uzun sürebilir.
İşte böyle dertli bir süreçten sıyrılmanın ve huzura kavuşmanın hikayesi. Farkında olmadan ufak ufak spoiler vermiş olabilirim ama bu sizi engellemesin çünkü gerçekten bu romanda herkes kendinden bir şeyler bulabilir. 
Bunun haricinde ben genel olarak üçüncü şahısla yazılmış hikayelere odaklanamıyorum. Bu benim kendimle ilgili bir sorun ve tabii ki romanı okuyuşumu da etkiliyor. 
Puanım;

Ev Kızı Evren #4


Hikayenin bölümlerini buradan da paylaşıyordum aslında ama geçen haftalarda Ejder'in Kütüphanesi blogunun yazarı Sinem'in yazdıkları birebir şekilde kopyalanınca artık bunu yapmaktan vazgeçtim. İnsan kendini gerçekten rahatsız hissediyor.
O yüzden bunun yerine buraya Wattpad linkini ekliyorum. Böylece e-book okurcasına daha rahat okuyabilirsiniz! Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen!

İşte dördüncü bölüm! Keyifle okuyun!
   http://www.wattpad.com/102738954-ev-k%C4%B1z%C4%B1-evren-4

Ev Kızı Evren #3


*Güzel bir güne uyanmanın en kötü yanı, günün devamının nasıl olacağını bilememenizdir.*
Harika bir rüyadan bangır bangır çalan alarm müziğiyle uyandım. Gece yarısı heyecanımdan uyuyamam diye düşünürken şimdi 'Ya beş dakika daha!' diye sızlanıyordum. Ancak kalkmak zorundaydım. Bugün etkinliklerin ilk günüydü. İhtişamlı olacağı kesindi ancak bir yandan da korkuyordum. İnsanlara nasıl hitap edeceğimi bile bilmiyordum.

Satılık-Postiga Yayınları || Kitap Tanıtımı



Her aşk kendi sınavıyla cebelleşir.
Devran ve Hüzün...

Onların yolu bir bar kapısında kesişti. Kader hiç ummadıkları anda, hiç ummadıkları bir yerde onları bir araya getirdi. Hayatın karşısında yeteri kadar kırılan kalpleri yeni bir serzenişi daha kaldırabilecek miydi?

Hüzün'ün korumak istediği kalbi, Devran'ın hayatını karmaşalar içine sürükleyen sırları vardı. Pis bir barın üst katında sahip olduğu kızın hayatının bilmecesi olacağını hiç hesaplamamıştı.

Sırlar ortaya çıktıkça değişen hayatlara, her aşkın kendi içinde verdiği savaşlara şahit olacaksınız.

"Sana sahip olmak hayatımda yaptığım tek doğruydu. Söylemesi biraz tuhaf olsa da, hayatım boyunca satın aldığım en güzel hediyesin."

"Sen benim başıma gelen en güzel yanlıştın. Seni Seviyorum Devran... Mutluluk benim için senin dudaklarının arasında ve sen bu gece sadece beni sevdiğini fısılda..."




Sayfa Sayısı: 472

Baskı Yılı: 2015

Dili: Türkçe
Yayınevi: Postiga