GKK 27.Blog Turu || Amnezi-Jennifer Rush || Kitap Yorumu



Her Şeyi Unutmaya Zorladılar. Ama Asla Unutmayacaklar Kendine bile güvenemediğinde, kime inanabilirsin?
Anna'nın hayatı sırlarla kuşatılmıştır. Babası Şube'nin son projesi için, çiftlik evlerinin altındaki laboratuvarda, genetiği değiştirilmiş dört çocuğu gözlemleyip üzerlerinde çeşitli testler yapmaktadır. Ciddi mizaçlı Nick, neşeli Cas, zeki Trev… ve Anna'nın kalbini çalan Sam.
Şube, çocukları geri alma vaktinin geldiğine karar verince Sam bir kaçış planı yapar. Onunla gitmek ve güvenli hayatına devam etmek arasında kalan Anna'yı babası kaçmaya zorladığında Sam de genç kızı her ne olursa olsun Şube'den koruyacağına dair söz verir. Ancak bir sorun vardır: Sam ve diğerleri laboratuvardan önceki hayatlarına ve gerçek kimliklerine dair hiçbir şey hatırlamamaktadır. 
Hayatta kalmak için, Şube onları yakalayıp geçmişlerini tamamen ellerinden almadan önce tüm ipuçlarını bir araya getirmek zorundadırlar. Üstelik Anna kaçışları sırasında Sam'le birbirlerine tahmin ettiklerinden çok daha fazla bağlı olduklarını keşfedecektir...


27. turumuzdan hepinize merhaba!
Bundan hemen önce değerli bir kaç yazarla röportajlar yapmıştık. Hatta daha çok Elif uğraşmıştı, sağolsun. Ve turu biraz etkinlikle canlandırmıştık. Onunla ilgili bloglara yazı girmediğimiz için şimdi yazayım dedim. Facebook sayfamızdan röportajlara ulaşabilirsiniz. Özellikle Tess Gerritsen ve Amy Harmon benim favori röportajlarım oldu. Amy beni fazlaca üzdü, çok zorlu bir hayatı varmış gerçekten. Tess'de zaten benim kadınım yani... Benim idolüm <3

Evet, bu kadar konuşmadan sonra gelelim tur kitabımıza.. Kızlar tur için bu kitabı istediklerinde aslında ben fazla fazla ön yargılıydım. (Tabii ki bunu onlara söylemedim. Çünkü ben uyumlu bir insanım :3) Açıkcası kitabın 'okunmaya değmeyecek' kısımda olduğunu düşünüyordum. Evet, bunları düşündüğüm dönem arka kapak yazısını bile okumamıştım. Gel gelelim ki, kitabı okumaya başladığımda tuhaf bir şekilde beni içine çekti.

Geçen gecenin bir vaktiydi ve kitabı açtım. O kadar uykum vardı ki, bir iki sayfa bakınıp yatarım diyordum. Ama elimden bırakamadım resmen! Biraz daha okuyayım derken uykuma yenildiğim kısmı anlatmadan atlıyorum elbette!

Gelelim kitabımızın konusuna... Şube'nin projesi için Anna'nın babası  Nick, Cas, Trev ve Sam adındaki dört çocuğa çitlik evlerinde testler yapıyor. Çiftliğin altında bir laboratuvar var ve bu dört çocukta orada kalıyor. İşin kötü yanıysa çocukların hiçbiri deneylerden önceki hayatlarına ait bir şey hatırlamıyor.

Anna'da geceleri gizli gizli çocukların yanına gidiyor. Ve Sam 'a aşık. Santranç falan oynuyorlar geceleri... Çocukların kendince tuhaf huyları var. Mesela Nick hiç şaka kaldırmayacak bir karakter. Oldukça ciddi ve asabi. En baştan beri öyle. Ama Sam normalde uyumlu olmasına rağmen. Son günlerde biraz farklı davranmaya başlıyor.

Sonra bir gün Connor geliyor, yani Şube'den geliyorlar. Denekleri götürecekler. Tam deneklere gaz verilip,bayıltılacakları sırada Sam bir alfa gibi bütün rolü üstleniyor ve delicesine bir çatışmanın ortasına düşüyorlar.

Anna'nın babası sayesinde oradan kaçıp kurtuluyorlar ve Anna'nın güvenliği için onu da yanlarına alıyorlar. Babası, Connor ve ekibi yaralı bir halde geride kalıyor. Bundan sonraysa ellerinde bir adresle beraber yola koyuluyor ekip. Ve kendileriyle ilgili gerçekleri öğrenirken, bir yandan da peşlerinden gelen adamlarla uğraşıyorlar. Sonlardaysa kendileriyle ilgili öğrendikleri hiç de iyi değil açıkçası. Hafızaları silindiği için onlar bunları hatırlamıyor ama neler neler olmuş yani :O
Bol aksiyonlu, fazla gerilimli, yüksek tempolu bir kitaptı ve o tempo hiç düşmüyordu. Okurken sürekli sandalyemin tepesine dikilmiş buldum kendimi. Sürekli "Şimdi ne olacak? Şimdi ne olacak?" diyerek geçip gitti sayfalar...

Bu temiz bir hikaye değil. Sadece bir aşk romanı değil. Kolay hazmedilebilir gerçekler de yok zaten. Bu kirli bir roman. Kirli bir yaşam tarzının mükemmel bir anlatımı vardı bu romanda. Ve gerçekten bu kitabı okurken stresten başınıza ağrılar girecek.
Serinin devamını okumak için çatlıyorum.

Silber-Kerstin Gier || Kitap Yorumu





Rüyaların gizemli ülkesine, merak uyandıran bir yolculuk…
Kertenkele tokmaklı, gizemli kapılar; konuşan taş heykeller ve elinde baltasıyla, delirmiş bir bakıcı… Liv Silber'ın rüyaları son zamanlarda epey tuhaflaşmıştır ve içlerinden biri fazlasıyla kafasını kurcalamaktadır. Bu rüyada geceyarısı dört çocuğun gizemli ve karanlık bir ayin gerçekleştirdiği bir mezarlıktadır. Üstelik Liv bu dört genci normal yaşamında tanımaktadır çünkü Grayson ve üç arkadaşı gerçekten vardır. 
Liv kısa süre önce bu dört gencin okuduğu okula kaydolmuştur ve aslında hepsi iyi çocuklardır. Mezarlıktaki geceden daha korkutucu olan, arkadaşlarının Liv'in rüyada söylediği ancak gerçek hayatta hiçbir şekilde sözünü etmediği şeyleri bilmesidir. Çocukların bunu nasıl öğrendiğini çözmek ise, bilmeceleri çok seven Liv'in uzak duramayacağı kadar çekici bir gizemdir… 




"Okurları kesinlikle memnun edecek. Dört yüz sayfa yetmiyor ama neyse ki devamı yolda." 

-Karin Wehrheim-



"Aşırı eğlenceli, aşk dolu, gizemli bir rüya." 
-Brigitte-



"Sempatik ve özgüvenli başkahramanıyla hassas ilk aşklara dair merak uyandırıcı bir roman. Daha ne olsun ki?" 
-Stefanie Leo-



Daha önceden Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer üçlemesiyle sevdiğimiz bağrımıza bastığımız yazarımız Kerstin Gier  bu sefer de Rüyalar Kitabı serisiyle karşımızda!
Ne yalan söyleyeyim, ilk başta çok önyargılı davranmıştım. Beklentim çok düşüktü ve bütün o kötü düşüncelerimi kadın bana tek tek yedirdi resmen!
Her şeyden önce -yanlışsam düzeltin!- rüyaları konu eden bir yazar daha okumadım ben. Yani belki daha önceden yazmışlardır, bilemiyorum. Ancak sadece konusu değil, o konuyu işleyiş tarzı bile çok güzeldi be.


Liv Silber, kız kardeşi, annesi ve bakıcılarıyla birlikte yaşayan, fazla meraklı bir kız. Zaten hep bu merakı başına iş açıyor. Her neyse. Annesinin mesleğinden dolayı sürekli oradan oradan taşınmışlar yıllarca. Yine böyle bir taşınma döneminde bu sefer İngiltere'ye geliyorlar.
Liv ve kardeşi Mia, annelerinin sevgilisinin çocuklarının okuduğu okula kayıt oluyorlar. Kitapta buralar fazlaca derin işlenmiş ancak bu bölümler olaysız. Daha çok ailenin işleyiş yapısı, karakterleri tanıma üzerine bir bölüm geçiyor. Neyse ki sıkıcı değil. Aksine çok eğlendim.
Her okulda olduğu gibi burada da bir yakışıklılar tayfası var. Başlarda Liv çok dikkat etmemeye çalışsa da onlarla ilgili bir şey Liv'i çekiyor.

Sonra annesinin sevgilisi ve onun çocuklarıyla tanışma üzere bir akşam yemeğine davet ediliyorlar. Gittiklerindeyse o yakışıklılar grubundan Grayson adlı çocuğu görüyor. Üvey kardeşi de okulun popülerlerinden. Aslında burada, bu okulda çok ciddi bir popülerlik sınıflandırılması yapılmamış. Ama o erkek tayfası sürekli birlikte dolaştıkları için gerçekten ilgi çekiciler...
O yemeğin akşamına Liv üşüdüğü için Grayson ona kendi kazağını veriyor ve eve dönüyorlar. İşte sanırım olayların başladığı yer burası! Liv eskiden beri kendince rüya günlüğü tutan biri. Ama rüyalarının tamamını hatırlayabilen birisi değil ve bu sadece ona ilginç geldiği için bunu yapıyor. O geceyse çok tuhaf bir şey oluyor ve kendisini Grayson'un rüyasında buluyor. Bu rüyada okulda gördüğü o yakışıklılar tayfası tuhaf bir ayin gerçekleştiriyorlar. Üstelik daha önce hiç görmediği yerler görüyor, daha önce hiç duymadığı cümleler duyuyor. Yani bu bilinçaltının oluşturduğu bir rüya olamaz. Orada yaşanan her detayı uyandığında birebir hatırlıyor.

Bu kadar ilginçliğin neden olduğunu keşfetmeye çalışırken işler daha da sarpa sarıyor. Kendi kendine deneyler yapıp rüya defterine notlar alıyor. Neler olduğunu keşfettiğindeyse geri dönmenin çok zor olduğu bir yolda olduğunu anlıyor.

Aslında bütün o ürkütücü olaylar Liv'e eğlenceli ve komik geliyor. Belki de bu yüzden bu kadar çok olayların içine dalıyor. En beğendiğim kısımsa arada Gizemli ismiyle yazılan blog yazılarıydı. Liv ve Mia'nın bunun içinde bir tahmini var ve bence kesinlikle doğru!
Bunun haricinde Kerstin Gier'in oluşturduğu erkek karakterler, genel olarak akıllı ve eğlenceli oluyorlar. Aşk Tüm Zamanların İçinden Geçer serisinde de böyleydi. Kötü çocuk rolünde değiller. İyiler, anlayışlılar. Akıllılar ve zekiler... Eh, kız karakterleriyse biraz alıklar bence. Yani her şeye çok çabuk inanan, fazla meraklı karakterler...  Bilmiyorum en azından ben böyle düşünüyorum.

Rüya konusuna geri dönecek olursak; gerçekten çok çok farklı bir deneyimdi benim için. Kitap bittiğinde bir süreliğine etrafa boş boş bakındım. Algılayamadım sanki :D Yani düşünsenize her birinizin rüyasına giriş kapısı var ve insanların girmesini engellemek için kapınıza tuhaf bilmeceli, tuhaf kilitli, hayvanlı şeyler ekleyebilirsiniz. Sonuçta rüyadasınız. Rüyanızda ne isterseniz o olur.

Bu sefer biraz cildinden ve kapağından da bahsetmek istiyorum. Pegasus Yayınları her zaman olduğu gibi orjinal kapak kullanmış ve bu kitap için bundan daha iyi bir kapak düşünemiyorum. Yurt dışı kapaklarına baktım ve en ideali gerçekten de bu! Onun haricinde cildi kırmızı ve cilt kapağında da bir görsel var. Bu görsel de rüyalara giriş kapısını tasvir etmiş. Cildin üzerine de kapak basmak çok güzel bir fikir bence. Pegasus daha önceki kitaplarda bunu yapmamıştı, umarım sonraki kitaplarında yapar. Çünkü gerçekten çok hoş gözüküyor.

Bu kadar konuşmanın sonucunda diyeceğim o ki; Harika bir kitaptı. Alıp okuyun. Pişman olmayacaksınız.

PUANIM:
                  


GKK 26.Blog Turu || Erkekleri Tavlama Günlüğü-Deniz Çalışkan || Kitap Yorumu

Bir dergi yazarı olan Kızıl, “Ben de varım. Ben de bu dünyadayım. İyiyim, yetenekliyim, güzelim. Eğer başarırsam beni de sevebilirsiniz,” diyor.   Amacı ülkenin en büyük holdinginin sahibi Ateş’i tavlayabilmek.   Onu tavlayacak ve gizli bir kimlikle başından geçenleri dergi okurlarına sunacak ama bu gizli macerada sınanmanın en büyüğünü kendisi yaşayacaktır.   Erkekleri Tavlama Günlüğü, bir kadının kendi kendini yeniden var edişinin hikâyesini anlatıyor. Kızıl'ın varoluş kavramını bir erkeği tavlama üzerinden tanımlamasının ve sınavının heyecanını keyifle okuyacaksınız.  











Yaklaşık iki yıl önce Wattpad'de dolaşırken bir hikayeye rastladım. Erkekleri Tavlama Günlüğü... İlk oluşan algı erkekleri tavlamak için yapılması gerekenleri yazan bir kitap işte diyorsunuz. Ama öyle değil. Hatta onunla uzaktan yakından alakası yok. Bu karmaşık bir roman. Bu Kızıl isminde bir kızın hayatta kalma mücadelesini anlatıyor.
Wattpad'de yayınlanırken okuduğun üçüncü bölümden sonra uzun bir yorum yazdım, hemen orada. Sonra nedensizce yazarı benimle iletişime geçti. Şu an o zamanın detaylarını pek hatırlayamasam da konuşmamamızın sonunda aynı şehirdeydik ve aynı okula gidiyorduk. Buluşmaya karar verdik. Buluştuğumuzdaysa, o uzun yorumları yapan ben değilmişim gibi kelimelerim tükenmişti. Deniz bana hayallerinden bahsetti. O gün için imkansız olan şeylerden söz etti. Şimdi o hayalin beş katına ulaştı. Ve ben kurguyu hep ilk ağızdan öğrendim. Hep bunun ayrıcalığını yaşadım. Ve kitabı okuduğum ilk zamandan beri, bu hikayenin kitap olması gerektiğini söylüyordum Deniz'e.
Nihayet bir gün beklediğimiz an geldi. Ve biz kokusunu içimize çeke çeke Kızıl'la Ateş'in hikayesini bir kez daha okuduk. Tabii ki ilk imzayı da ben aldım.  Bazı şeyler hiç bitmesin istersiniz. Bu hikaye de benim için öyleydi. Bitmesin istedim. Ama onun yerinde Deniz'in dostluğunu arkadaşlığını kazandım. Bu her şeyden fazlası benim için.
Bunun bir kitap yorumu olması gerekiyordu ama konuyu biraz dağıttım. Tamam hemen toparlıyorum. Wattpad'de olgunlaşan hikayemiz kitapla mutlu sonu buldu, iyi güzel. Peki nedir bu Erkekleri Tavlama Günlüğü'nün olayı?
Kızıl, Fame Dergisi'nde yükselebilmek için bir çare aramaktadır. Ve kiraladığı evin zemininde bulduğu bir kutu, hayatına çok farklı bir yön verecektir. Bu kutu sayesinde Türkiye'nin en genç şirket sahiplerinden biri olan Ateş Turan'ı keşfediyor. Ve o anda Fame Dergisi'nde yükselmek için ne yapması gerektiğini anlıyor. Ateş'i tavlayacak, bunu yaparken de dergide Dört Yapraklı Yonca ismiyle insanlara bunu anlatacak. İnsanlara tavsiyeler verecek ve öyle değil böyle yapmanız gerek diyecek.
Tabii işler tahmin ettiği kadar kolay ilerlemiyor. Hayat hiç bir zaman Kızıl'a kolay yollar göstermediği gibi yine olmuyor. Ve Kızıl bir sürü karmaşık planın ardından olabilecek en kötü yolla Ateş'in şirketinde çalışmaya başlıyor.
Kızıl'ın ilk baştaki amacı dergideki pozisyonu olsa da Ateş'in bilmediği ve yüzleşmek zorunda olduğu gerçekler, Kızıl'ın kendi ailesiyle ilgili sıkıntıları, Kızıl'ın yönünü şaşırtıyor. Ve çok çok farklı bir sonla bize elveda diyor.
Her şeyden önce gerçeklerin çok çok acı olabileceğini öğreniyorsunuz burada. Bu kitaptaki acılar fazla gerçekçi. Sanki olaylar yanı başınızda oluyormuş gibi. Ve o yüzden her sahnede boğazınız düğüm düğüm oluyor. Deniz okurlarını ağlatmaya cidden başarabilen bir yazar ve ben onu tebrik ediyorum.
Aslında hissettikleriniz sadece bir gözyaşı da değil. Yeri geliyor kahkahalar attıyrıyor. Ve en sonuna kadar ya şimdi ne olacak derken buluyorsunuz kendinizi. Kısacası hikayenin ilk başında beri yanında olan, arkasında duran biri olarak diyorum ki; Bu hikayeyi okuyun. İsminden oluşan ön yargıyı bir kenara atın ve hemen şimdi okumaya başlayın. Okumak için kaybettiğiniz zamanda öğrendiğiniz çok şey olacaktır.

GKK 25.Blog Turu || Cress- Marissa Meyer || Kitap Yorumu



Daha ufacık bir kız çocuğuyken, cadı onu ne kapısı ne de merdiveni olan bir uzay uydusuna hapsetti. Gelecekte bile, Kuleye Hapsedilen Genç Kızlar Var...

Cress, Cinder'ı Kraliçe Levana'nın hain planlarından haberdar etmek için her şeyi göze almıştı. Ancak ufak bir sorunu vardı. Çocukluğundan beri, hapsedildiği bir uyduda yaşıyordu ve ona eşlik eden tek şey internet bağlantılı ekranlardı. Elinde yalnızca bu ekranlar olunca, Cress'in de efsanevi bir hackera dönüşmesi kaçınılmazdı. 

Bütün Dünya; Cinder, Kaptan Thorne, Scarlet ve Wolf'un peşindeydi. Onlar ise Levana'nın planlarını altüst etmek için Cress'i esir tutulduğu uydudan kurtarmaya ant içmişti. Ancak bir şeyler ters gitti ve ekip üyeleri uzayın ortasında birbirlerini kaybetti. Kraliçe Levana ise hiçbir şeyin İmparator Kai ile düğününü engellemesine izin vermemeye, dolayısıyla Cinder'ın peşini bırakmamaya kararlıydı. 

Cress, Scarlet ve Cinder, Dünya'yı kurtarmaya gönüllü olmamıştı. Yine de Dünya'nın tek umudu Cress, Scarlet ve Cinder'dı.

Cinder ve Skarlet'ı okudunuz mu? Okumadıysanız kesinlikle okuyup, gelin. Sonra Cress'in yorumunu okuyabilirsiniz :D Hatta bence okumanıza bile gerek kalmadan iki kitabı okuyunca üçüncüsünü de okursunuz.
Yıllarca Peri masallarıyla büyüyen bir nesiliz biz. Her ne kadar asıl yazımları kötü olsa da yıllar boyu Disney sağolsun, peri annelerle, prenseslerle büyüdük. İyinin yendiği, kötünün yenildiği, sonun hep mutlu sonla bittiği hikayeler okuduk.
Ve ilerleyen yıllarda bu masallar evrim geçirdi. Yıllarca filmlere dizilere konu oldu. Sürekli farklı farklı rejenerasyonlarını izleyip durduk. Ama hiç bıkmadık. Mesela; Pamuk Prenses ben 6 yaşımdayken cücelerin yanına sığınıyordu, 12 yaşıma geldiğimdeyse cücelerin çalıştığı bir kafe de işe giriyordu. Geçenlerde izlediğim bir filmdeyse Pamuk Prenses için tamamen farklı bir senaryo vardı. 
Yani diyeceğim o ki; turunu yaptığımız bu kitapta işte aynen böyle. Bu sefer yıllar sonrasına ait bir dönemden bahsediyoruz. Ancak Prenseslerin macerası hangi yıl olursa olsun bitmez değil mi?
Cinder ve  Skarlet kitaplarının yorumlarını için tıklayabilirsiniz. O yüzden onları burada anlatmayacağım ama Cress'den bahsedelim. Özellikle Cress'den bahsedelim. Uzun sarı saçlar, bir uyduya hapsedilmiş, küçüklüğünden beri yalnız olan Cress... 
Ben Cress'i ilk dakikadan itibaren çok sevdim. Zaten Cinder ve Skarlet'taki olaylardan sonra bunu okumamak mümkün değildi ama Cress'in karakteri diğerlerinden bir tık daha güzel geldi bana. Çünkü yıllardır yanlız ve az da olsa konuşacabileceği insanların özlemini çekiyor. Bir de bilgisayar uzmanı ki sanırım en çok bunu sevdim. Uzay gemilerini kontrol eden bir kızı kim sevmez ki?
Skarlet kitabının sonunda ekipçe bir uzay gemisiyle kaçmışlardı. Bazı gerçekleri kabullenip, hazırlanmaya karar vermişlerdi. Bu arada Cinder'in yeteneğini hızlı bir şekilde öğrenmesi gerekiyordu. Ve Cress'de bilgisayarları aracılıyla çok fazla şey öğrenmişti. Fakat aycılar için çalışıyor gözüktüğü için çaktırmıyordu. 
Yani kısacası ortalık fazlasıyla karışıktı. Sonra tabii ki bizim baş kahramanlarımız Cress'in uydusunda buluştular. Buluştular ama ne buluşma. Orada olan olaylar yüzündense herkes bir tarafa dağıldı. Böylelikle işler daha da karıştı :D 
En sevindiğim kısımsa; soruların çoğunun cevabını barından Doktor'u ikinci kitap boyunca hiç görememiştik. Ancak bu kitapta uydudan sonra Cinder ve Wolf Doktor'un yanına gidiyorlar ve gerçekten bu kısma bayıldım.
Kraliçe Lenava gerçekten çok acımasız biri ve bunu bir şekilde durdurmaları gerekiyor. Ancak bir Aycıyı durdurmak, hele ki söz konusu kişi bir Kraliçe'yse hiç de kolay değil. Tabii bizimkilerinde bir adet prensesleri var :D Yeterli olur mu dersiniz?
Bu serinin tamamı fazlasıyla etkileyici ve farklı. O yüzden sadece Cress değil her bir kitabı birbirinden güzel. En önemli farkıysa; ilk başta söylediğim Disneyvari hikayeleri hatırlıyor musunuz? Burada öyle bir şey yok. Yani evet külkedisi merdivenlerde ayakkabısını unutuyor ya da kırmızı başlıklı kız kurda yem oluyor olabilir ama hiçbiri hayallerinizdeki prensesler gibi değil. Külkedisinin Android olması haricinde, hepsi senin benim gibi insanlar. Birisi çiftlikte büyümüş, birisi hapiste, birisiyse yobaz bir annenin elinde! 
Ve onların peri anneleri de yok! Üzerlerine değen bir sihirli değnekle her şey istedikleri gibi olmuyor. Bu masal mücadele edenlerin masalı. İnat edip, yılmayanların masalı. İstediğini elde etmek için canını dişine takanların masalı. 
Kütüphanenizde mutlaka ama mutlaka yer alması gereken bir kitap! Ben bu kitapları okumadım resmen yaşadım. Böylesine güçlü duygular hissettiren kitaplar mutlaka okunmalı!