*Güzel bir güne
uyanmanın en kötü yanı, günün devamının nasıl olacağını bilememenizdir.*
Harika bir rüyadan bangır bangır çalan alarm müziğiyle
uyandım. Gece yarısı heyecanımdan uyuyamam diye düşünürken şimdi 'Ya beş dakika
daha!' diye sızlanıyordum. Ancak kalkmak zorundaydım. Bugün etkinliklerin ilk
günüydü. İhtişamlı olacağı kesindi ancak bir yandan da korkuyordum. İnsanlara
nasıl hitap edeceğimi bile bilmiyordum.
Kalkıp, ağzım ayrılana kadar esnedim. Dün gece alarmı
kurarken ki niyetim erkenden kalkıp dinç bir kahvaltı yapmaktı. Şu an buna hiç
niyetim yoktu çünkü gözlerimi zor açıyordum. O miskin halimle banyoyu zor
buldum.
Aslında çok planlı bir insanım. Yani bugünden haftalar
sonrasına dair tüm planlarımın hazır olmasını isterim. Eğer en ufak bir aksilik
çıkarsa ona göre yeniden düzen kurarım ve buna uyarım. Hani o 'Bir ümit
çalışırım.' hevesiyle haftalık ders planı yapıp yan çizenlerden değilim. Hafta
ne aylar sonrasının planları bile hazırdır kafamda. Ama hal böyle olunca bu
planlar kafamda çok yer kaplıyor ve illa ki bir ajandaya ihtiyaç duyuyorum. Ve
bu yüzden banyo anlarımı çok seviyorum. Banyo yaparken kafamdaki planları kurgulamak
çok daha kolay oluyor. Her şeyi yerine oturtabilmek için mükemmel bir fırsat
banyo zamanları. Bu yüzden de banyoda farkında olmadan o kadar çok oyalanırım
ki her seferinde annemin azarlarını işitirim.
İşte bu seferki banyomda aklımda sadece tek bir gün vardı.
Tess Gerritsen ile buluşma günü! Bazen yersiz yere abartıyorum sonuçta o da
insan diye düşünüyorum ama olay insan olması ya da evrim ağacının aynı dalında
oluşumuz değildi. Olay bu kadar kaliteli kitaplar basıp yıllarca seviyesini,
temposunu hiç düşürmeden yazabiliyor olmasıydı. Dünyaca ünlü hale gelmiş
olmasıysa bu beğenimi doğrular nitelikteydi. İşin ilginç yanı kadın altmış
küsur yaşındaydı ve hala ilk heyecanıyla yazıyordu. Nasıl bir hayal gücü
sendeki kadın!
Tam hediyemi Tess'e vereceğim anı düşünürken üzerime sağanak
bir yağmur gibi boşalan suyun fazlasıyla kaynadığını ve haşlanmak üzere
olduğumu fark ettim. Zaten yeterince ayılmıştım. Artık erken kalkıp gideceğim
dediğim ancak çoktan geç kaldığım o kahvaltıya gidebilirdim.
Otellerin en güzel yanı nedir biliyor musunuz? Hiç bir ev
işi yapma zorunluluğunun olmaması! Yemek derdi yok, etrafı toplama sıkıntısı
yok, bulaşık yok, ütü yok. Yok da yok. Ev işlerinden haz etmediğimi söyleyemem.
Yani Allah aşkına blog ismim bile Ev Kızı Evren! Ancak bu rahatlık hissi
insanda sevilme etkisi bırakıyordu. Yani sanki birileri benim yerime bu işleri
yaptığında gururum okşanıyordu. Ancak çok alışmasam iyi ederdim. Nitekim bir
hafta içinde eve dönecektim ve evde 'Hoşgeldin!' yazılı bir pankart yerine dağ
gibi bir ütü beni bekliyor olacaktı.
Kahvaltı salonuna indiğimde açık büfe gözlerimi aldı.
Midemin gurultusu kabararak kahvaltılıklara 'Merhaba!' dedi. Yemek tarifleri
kısmında ben de başarılı olduğuma inanıyorum ama salam diliminden kuğu yapmak
nedir Allah aşkına? Yani bunlar lüksü bir üst seviyeye çıkartmaktan vazgeçip en
tepeye yerleştirmişler. Tabağımı tepeleme doldurup, sanki yiyebilecekmişim
gibi, üstüne bir kaç tane kuğu ekledim. Yerime otururken Akay Bey'in de gözlerini
ovuştura ovuştura içeri girdiğini gördüm. Anlaşılan gece geç yatan bir tek ben
değilim. Aman bana neyse adamdan! Gözlerimi devirip yemeğime gömüldüm. Fena
acıkmıştım ve açken ben ben değildim. Ağzımı tepeleme doldurmuş nefes alacak
yer bile bırakmamışken Akay Bey'in yemeğini almış oturduğum masaya doğru
yaklaştığını gördüm. Yanıma mı oturacaktı? Yok canım. Ne alaka yani. Ama yanıma
oturmasa bile selam vermek zorundaydım. Ağzım böylesine doluyken nasıl ses
edebilirdim ki? Eğer adamın üzerine yediklerimi çıkartmak istemiyorsam şu
kısacık anı yutkunarak geçirmeliydim. Ancak ne yazık ki yeme hızım Akay Bey'in
yürüme hızından daha yavaştı.
"Günaydın." dediğinde, böğürmeden biraz farklı
haliyle "Honodon!" diye bir ses çıkardım. Yanaklarımın ikisininde
şişmiş olduğunu fark edip gülümseyerek yanımdan geçti ve başka bir masaya
oturdu. Gerginlikten kamburumu dikleştirdiğimi bile fark etmemiştim. Bir cümle
daha konuşsaydı mahvolmuştum. Neyse ki yanıma oturmamıştı ve bu benim fazladan
kuruntu yaptığımı gösteriyordu.
Yemeğimi bitirmeye
yakın salonun dolmaya başladığını fark ettim. Geç kalmış halimle bile
insanların uyku saatinden erken gelmiştim salona. Şuraya kadar gelip, açık
büfeden bir kahve keyfi yapmadan gitmek olmazdı. Tam kahvemi almış köpüğü
gitmesin diye bin bir türlü cambazlıkla yerime otururken Hazal'ın içeriye
girdiğini gördüm.
Uyanamadığından geç kaldığı çok belliydi çünkü yüzünde en
ufak bir makyaj belirtisi yoktu, saçları birbirine girmişti. Mübarek dünyayı
umursamıyordu resmen! Böylesine rahat tavrına gerçekten özenmiştim ve benim
takıntılı, planlı halime tamamen zıttı. Bir an hayatta böyle boşluklar
yaratmanın ne kadar güzel olabileceğini düşündüm. Benim saatlerim bile
planlıydı ve bünyem o planların dışına çıkmayı kabullenemiyordu. Ancak Hazal'ın
öyle olmadığını görebiliyordum. Alarmı bile kurduğuna şüpheliydim açıkçası. Ve
o kimseyi umursamıyorum, padişahı gelse takmam havası gerçekten tuhafıma
gidiyordu! Yani insanın önem verdiği, dikkat edeceği, umursadığı hiçbir şey
olmaz mıydı?
"Oturabilir miyim?" Hazal'ın sorusuyla kafamdaki sorular aleminden
çıkıp gerçek dünyaya dönmüştüm.
"Ta-tabii." Aslında bu soruyu sormasına
şaşırmıştım, evet. Yani neden o kadar boş masa varken yanıma oturmuştu ki?
"O kadar boş masa varken neden yanına oturduğumu
düşünüyorsan," gerçekten aklımı mı okuyordu bu kız? "Tekrar
bayılırsın diye yanında olmak istedim. Nolur nolmaz!" Bakışlarında bir ima
yoktu. Bunu gerçekten istediği için söylemişti. Gerçekten böyle düşünüyordu.
Ama ben alınmıştım. Ne yani ben her an bayılabilecek bir tip gibi mi
duruyordum?
"Bayılacak gibi mi duruyorum?"
"Evet, solgun görünüyorsun." cevap vermemi
beklemeden yemeğine gömüldü. O an sadece tek bir ortak noktamız olduğunu
anladım. Yemeğine gömüldü ve ağzını aynı benim yarım saat önce yaptığım gibi
doldurdu. İstisnasız aç hayvanlar gibi bu konuda ikimizde içgüdüsel
davranıyorduk.
Evet gotik bir görünüşü vardı. Bilmiyorum belki bunun adı
gotik değildir. Şimdilerde siyah giyinen akımın tutumu çok hızlı değişiyor ve
benim içlerinden tek bildiğim 'Gotik' kelimesi. Evet gotik bir görünüşü vardı
ama yeme konusundaki benzerliğimiz bir samimiyetimiz olabileceği hissini
yaratmıştı.
Kahvemi bitirdiğim de yemeğe odaklandığından dolayı tek
kelime etmemiştik. Ben de ağzındakilerin saçılmasını istemediğimden zorla konuşturmadım.
Ailede bize öğretilen ilk kural 'Yemek yerken konuşulmaz!' değil miydi sonuçta?
Gözüm hafiften kalkmaya doğru kayarken
"Seminerlere katılacak mısın?" diye sordum.
Açıkçası pek de oralı durmuyordu. Hakikaten madem o kadar önemli değildi o
zaman neden buradaydı ki?
Yemeğine devam etmek istermişçesine bir ifadeyle suratıma
bakıp "Hayır, başka işlerim var. Hem seminerde boş boş oturup, belki de
uyuyakalıp boşa harcayacak bir zamanım yok. Hatta kimsenin böyle boş bir zamanı
olmamalı bence!"
İstemsizce kaşlarım havaya kalkmıştı. Söylediklerinde
haklıydı. Ama aklıma gene aynı soruyu getiriyordu.
"Eğer bu etkinlikle bu kadar ilgisizsen neden
buradasın?"
"Zorunluluktan!", bakışları bırakta yemeğimi
bitireyim diyordu ama merakım çoktan onun midesini düşünmekten öteye geçmişti.
"Özel değilse o zorunluluğun ne olduğunu söyleyebilir
misin?"
"Söyleyemem," çokta umurunda gözükmüyordu ama onu
da bağlayıcı bir etken vardı demek ki.
Ben de böyle sır saklar edasında olmayan ama sır saklayan
tavrına kıl olmuştum. Uğraşmaktan vazgeçtim. Akışına bıraktım.
"Peki madem seminerlere katılmayacaksın. Yazarlara en
ufak bir ilgin yok. Neden burada olduğunu söylemiyorsun. En azından o vakit
öldürmek olarak gördüğün o seminerlere katılmayıp ne yapacağını söyler
misin?"
Gözleri gözlerimi buldu. Söylemek istiyordu ama emin değil
gibiydi. Sonra gözlerini devirip,
"Sana söylesem bile çok gereksiz olduğunu düşünüp yine
o seminere gidersin o yüzden söylememem daha iyi."
İşte şimdi iş inada binmişti ve ben göründüğümden daha
inatçı biriydim. Şu an hiçbir şey yapmayacak olsam bile o seminere
gitmeyecektim. Kızgın bir bakış atıp,
"Hayır, gitmeyeceğim. Haklısın vakit kaybı ama buraya
bunun için geldik. Yine de gitmeyeceğim. Ve sen her nereye gidiyorsan, her ne
yapıyorsan onu yapacağım."
Bir an ağzımdan bunların çıktığına ben de inanamadım. Çünkü
ilk defa kontrolsüzce, hesapsız kitapsız iş yapıyordum. Olacak şey değildi!
Nerden gelmişti bu deli cesareti. Birden aklıma dank etti. Ya bir barda deli
gibi içmeye gidecekse, ya aslında bir eroin bağımlısıysa ve torbacıyla
buluşmaya gidecekse, her şeyden daha beteri Dexter gibi planlı bir ölüm için
adam öldürmeye gidiyorsa... Ben seninle geleceğim demiştim, nereye gidersen
git...
Yok Evren yok. Olacak
iş değil. Sen çok kurgu kitabı okuyorsun bence. Kızın dış görünüşüne bakarak
yargılama. Önyargıları yıkmak gerek diyen sen değil miydin? Aferin Evren! Az
önce önyargının anasını ağlattın.
Düş penceremden sıyrılıp tekrar Hazal'a odaklandım. Yemeğini
bitirmiş beni bekliyordu.
"Geliyor musun?"
"Ne? Hayır! Yani evet! Hayır!... Yani ben daha önce hiç
plansız bir iş yapmadım ve şu an çok tedirginim," sanki Hazal'a her şeyi
söylemek zorundaymışım gibi kelimeler ağzımdan dökülüyordu. O bayılma anından
sonrada böyle olmuştu. Patır patır anlatmıştım olan biteni. Hazal'da tuhaf bir
yapı vardı. Umursamaz ama güven verici duruyordu. Belki de güven vericiliği
umursamaz oluşundandı. Hani ne söylerseniz söyleyin umursamayacaktı işte. Sanki
hiçbir şey onu şaşırtamazmış gibi.
"Merak etme seni yemem." gülümserken yanaklarında
ki gamzeler ortaya çıktı. Gamzeleri mi vardı onun? Hem de iki yanağında! Bende
olmayan her şey Hazal'da mevcuttu.
"Benim şüphelerim daha çok bara falan gitmekle ilgili!
Eğer öyle bir şeyse kesinlikle gelmem peşin peşin söyleyeyim. Odamda oturup
duvarları izlerim daha iyi!"
Bu sefer kahkaha attı. İçtendi ve güven veriyordu. Gülüşü
benim de içimi ısıttı ve o an sanki dışarı
da hiçbir kötülük bana zarar veremezmiş gibi hissettim.
"Hayır, hayır. Öyle bir şey değil. Pişman olmayacaksın,
söz veriyorum," çoktan ayağa kalmış, gitmeye hazırlanıyordu.
"Bu tedirginliğimin tek nedeninin plansız bir iş
yapmamdan kaynaklandığını söylemiş oldun böylece. Pekala, gidelim bakalım ser
verip sır vermeyen Hazal Hanım."
Güzel bir güne uyanmanın en kötü yanı, günün devamının nasıl
olacağını bilememenizdir.
Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Ve artık Ev Kızı Evren'in gerçekten bir blogu var. Ancak orada yazan Pilli değil! Evren. Ev Kızı Evren!. Yani karakterle bütünleşmiş bir blog. Buraya linkini bırakıyorum. Belki ziyaret etmek istersiniz.
www.evkizievren.blogspot.com.tr
0 yorum:
Yorum Gönder