Ev Kızı Evren #3

by 2/02/2015 0 yorum

*Güzel bir güne uyanmanın en kötü yanı, günün devamının nasıl olacağını bilememenizdir.*
Harika bir rüyadan bangır bangır çalan alarm müziğiyle uyandım. Gece yarısı heyecanımdan uyuyamam diye düşünürken şimdi 'Ya beş dakika daha!' diye sızlanıyordum. Ancak kalkmak zorundaydım. Bugün etkinliklerin ilk günüydü. İhtişamlı olacağı kesindi ancak bir yandan da korkuyordum. İnsanlara nasıl hitap edeceğimi bile bilmiyordum.


Kalkıp, ağzım ayrılana kadar esnedim. Dün gece alarmı kurarken ki niyetim erkenden kalkıp dinç bir kahvaltı yapmaktı. Şu an buna hiç niyetim yoktu çünkü gözlerimi zor açıyordum. O miskin halimle banyoyu zor buldum.
Aslında çok planlı bir insanım. Yani bugünden haftalar sonrasına dair tüm planlarımın hazır olmasını isterim. Eğer en ufak bir aksilik çıkarsa ona göre yeniden düzen kurarım ve buna uyarım. Hani o 'Bir ümit çalışırım.' hevesiyle haftalık ders planı yapıp yan çizenlerden değilim. Hafta ne aylar sonrasının planları bile hazırdır kafamda. Ama hal böyle olunca bu planlar kafamda çok yer kaplıyor ve illa ki bir ajandaya ihtiyaç duyuyorum. Ve bu yüzden banyo anlarımı çok seviyorum. Banyo yaparken kafamdaki planları kurgulamak çok daha kolay oluyor. Her şeyi yerine oturtabilmek için mükemmel bir fırsat banyo zamanları. Bu yüzden de banyoda farkında olmadan o kadar çok oyalanırım ki her seferinde annemin azarlarını işitirim.
İşte bu seferki banyomda aklımda sadece tek bir gün vardı. Tess Gerritsen ile buluşma günü! Bazen yersiz yere abartıyorum sonuçta o da insan diye düşünüyorum ama olay insan olması ya da evrim ağacının aynı dalında oluşumuz değildi. Olay bu kadar kaliteli kitaplar basıp yıllarca seviyesini, temposunu hiç düşürmeden yazabiliyor olmasıydı. Dünyaca ünlü hale gelmiş olmasıysa bu beğenimi doğrular nitelikteydi. İşin ilginç yanı kadın altmış küsur yaşındaydı ve hala ilk heyecanıyla yazıyordu. Nasıl bir hayal gücü sendeki kadın!
Tam hediyemi Tess'e vereceğim anı düşünürken üzerime sağanak bir yağmur gibi boşalan suyun fazlasıyla kaynadığını ve haşlanmak üzere olduğumu fark ettim. Zaten yeterince ayılmıştım. Artık erken kalkıp gideceğim dediğim ancak çoktan geç kaldığım o kahvaltıya gidebilirdim.
Otellerin en güzel yanı nedir biliyor musunuz? Hiç bir ev işi yapma zorunluluğunun olmaması! Yemek derdi yok, etrafı toplama sıkıntısı yok, bulaşık yok, ütü yok. Yok da yok. Ev işlerinden haz etmediğimi söyleyemem. Yani Allah aşkına blog ismim bile Ev Kızı Evren! Ancak bu rahatlık hissi insanda sevilme etkisi bırakıyordu. Yani sanki birileri benim yerime bu işleri yaptığında gururum okşanıyordu. Ancak çok alışmasam iyi ederdim. Nitekim bir hafta içinde eve dönecektim ve evde 'Hoşgeldin!' yazılı bir pankart yerine dağ gibi bir ütü beni bekliyor olacaktı.
Kahvaltı salonuna indiğimde açık büfe gözlerimi aldı. Midemin gurultusu kabararak kahvaltılıklara 'Merhaba!' dedi. Yemek tarifleri kısmında ben de başarılı olduğuma inanıyorum ama salam diliminden kuğu yapmak nedir Allah aşkına? Yani bunlar lüksü bir üst seviyeye çıkartmaktan vazgeçip en tepeye yerleştirmişler. Tabağımı tepeleme doldurup, sanki yiyebilecekmişim gibi, üstüne bir kaç tane kuğu ekledim. Yerime otururken Akay Bey'in de gözlerini ovuştura ovuştura içeri girdiğini gördüm. Anlaşılan gece geç yatan bir tek ben değilim. Aman bana neyse adamdan! Gözlerimi devirip yemeğime gömüldüm. Fena acıkmıştım ve açken ben ben değildim. Ağzımı tepeleme doldurmuş nefes alacak yer bile bırakmamışken Akay Bey'in yemeğini almış oturduğum masaya doğru yaklaştığını gördüm. Yanıma mı oturacaktı? Yok canım. Ne alaka yani. Ama yanıma oturmasa bile selam vermek zorundaydım. Ağzım böylesine doluyken nasıl ses edebilirdim ki? Eğer adamın üzerine yediklerimi çıkartmak istemiyorsam şu kısacık anı yutkunarak geçirmeliydim. Ancak ne yazık ki yeme hızım Akay Bey'in yürüme hızından daha yavaştı.
"Günaydın." dediğinde, böğürmeden biraz farklı haliyle "Honodon!" diye bir ses çıkardım. Yanaklarımın ikisininde şişmiş olduğunu fark edip gülümseyerek yanımdan geçti ve başka bir masaya oturdu. Gerginlikten kamburumu dikleştirdiğimi bile fark etmemiştim. Bir cümle daha konuşsaydı mahvolmuştum. Neyse ki yanıma oturmamıştı ve bu benim fazladan kuruntu yaptığımı gösteriyordu.
 Yemeğimi bitirmeye yakın salonun dolmaya başladığını fark ettim. Geç kalmış halimle bile insanların uyku saatinden erken gelmiştim salona. Şuraya kadar gelip, açık büfeden bir kahve keyfi yapmadan gitmek olmazdı. Tam kahvemi almış köpüğü gitmesin diye bin bir türlü cambazlıkla yerime otururken Hazal'ın içeriye girdiğini gördüm.
Uyanamadığından geç kaldığı çok belliydi çünkü yüzünde en ufak bir makyaj belirtisi yoktu, saçları birbirine girmişti. Mübarek dünyayı umursamıyordu resmen! Böylesine rahat tavrına gerçekten özenmiştim ve benim takıntılı, planlı halime tamamen zıttı. Bir an hayatta böyle boşluklar yaratmanın ne kadar güzel olabileceğini düşündüm. Benim saatlerim bile planlıydı ve bünyem o planların dışına çıkmayı kabullenemiyordu. Ancak Hazal'ın öyle olmadığını görebiliyordum. Alarmı bile kurduğuna şüpheliydim açıkçası. Ve o kimseyi umursamıyorum, padişahı gelse takmam havası gerçekten tuhafıma gidiyordu! Yani insanın önem verdiği, dikkat edeceği, umursadığı hiçbir şey olmaz mıydı?
"Oturabilir miyim?"  Hazal'ın sorusuyla kafamdaki sorular aleminden çıkıp gerçek dünyaya dönmüştüm.
"Ta-tabii." Aslında bu soruyu sormasına şaşırmıştım, evet. Yani neden o kadar boş masa varken yanıma oturmuştu ki?
"O kadar boş masa varken neden yanına oturduğumu düşünüyorsan," gerçekten aklımı mı okuyordu bu kız? "Tekrar bayılırsın diye yanında olmak istedim. Nolur nolmaz!" Bakışlarında bir ima yoktu. Bunu gerçekten istediği için söylemişti. Gerçekten böyle düşünüyordu. Ama ben alınmıştım. Ne yani ben her an bayılabilecek bir tip gibi mi duruyordum?
"Bayılacak gibi mi duruyorum?"
"Evet, solgun görünüyorsun." cevap vermemi beklemeden yemeğine gömüldü. O an sadece tek bir ortak noktamız olduğunu anladım. Yemeğine gömüldü ve ağzını aynı benim yarım saat önce yaptığım gibi doldurdu. İstisnasız aç hayvanlar gibi bu konuda ikimizde içgüdüsel davranıyorduk.
Evet gotik bir görünüşü vardı. Bilmiyorum belki bunun adı gotik değildir. Şimdilerde siyah giyinen akımın tutumu çok hızlı değişiyor ve benim içlerinden tek bildiğim 'Gotik' kelimesi. Evet gotik bir görünüşü vardı ama yeme konusundaki benzerliğimiz bir samimiyetimiz olabileceği hissini yaratmıştı.
Kahvemi bitirdiğim de yemeğe odaklandığından dolayı tek kelime etmemiştik. Ben de ağzındakilerin saçılmasını istemediğimden zorla konuşturmadım. Ailede bize öğretilen ilk kural 'Yemek yerken konuşulmaz!' değil miydi sonuçta? Gözüm hafiften kalkmaya doğru kayarken
"Seminerlere katılacak mısın?" diye sordum. Açıkçası pek de oralı durmuyordu. Hakikaten madem o kadar önemli değildi o zaman neden buradaydı ki?
Yemeğine devam etmek istermişçesine bir ifadeyle suratıma bakıp "Hayır, başka işlerim var. Hem seminerde boş boş oturup, belki de uyuyakalıp boşa harcayacak bir zamanım yok. Hatta kimsenin böyle boş bir zamanı olmamalı bence!"
İstemsizce kaşlarım havaya kalkmıştı. Söylediklerinde haklıydı. Ama aklıma gene aynı soruyu getiriyordu.
"Eğer bu etkinlikle bu kadar ilgisizsen neden buradasın?"
"Zorunluluktan!", bakışları bırakta yemeğimi bitireyim diyordu ama merakım çoktan onun midesini düşünmekten öteye geçmişti.
"Özel değilse o zorunluluğun ne olduğunu söyleyebilir misin?"
"Söyleyemem," çokta umurunda gözükmüyordu ama onu da bağlayıcı bir etken vardı demek ki.
Ben de böyle sır saklar edasında olmayan ama sır saklayan tavrına kıl olmuştum. Uğraşmaktan vazgeçtim. Akışına bıraktım.
"Peki madem seminerlere katılmayacaksın. Yazarlara en ufak bir ilgin yok. Neden burada olduğunu söylemiyorsun. En azından o vakit öldürmek olarak gördüğün o seminerlere katılmayıp ne yapacağını söyler misin?"
Gözleri gözlerimi buldu. Söylemek istiyordu ama emin değil gibiydi. Sonra gözlerini devirip,
"Sana söylesem bile çok gereksiz olduğunu düşünüp yine o seminere gidersin o yüzden söylememem daha iyi."
İşte şimdi iş inada binmişti ve ben göründüğümden daha inatçı biriydim. Şu an hiçbir şey yapmayacak olsam bile o seminere gitmeyecektim. Kızgın bir bakış atıp,
"Hayır, gitmeyeceğim. Haklısın vakit kaybı ama buraya bunun için geldik. Yine de gitmeyeceğim. Ve sen her nereye gidiyorsan, her ne yapıyorsan onu yapacağım."
Bir an ağzımdan bunların çıktığına ben de inanamadım. Çünkü ilk defa kontrolsüzce, hesapsız kitapsız iş yapıyordum. Olacak şey değildi! Nerden gelmişti bu deli cesareti. Birden aklıma dank etti. Ya bir barda deli gibi içmeye gidecekse, ya aslında bir eroin bağımlısıysa ve torbacıyla buluşmaya gidecekse, her şeyden daha beteri Dexter gibi planlı bir ölüm için adam öldürmeye gidiyorsa... Ben seninle geleceğim demiştim, nereye gidersen git...
Yok Evren yok. Olacak iş değil. Sen çok kurgu kitabı okuyorsun bence. Kızın dış görünüşüne bakarak yargılama. Önyargıları yıkmak gerek diyen sen değil miydin? Aferin Evren! Az önce önyargının anasını ağlattın.
Düş penceremden sıyrılıp tekrar Hazal'a odaklandım. Yemeğini bitirmiş beni bekliyordu.
"Geliyor musun?"
"Ne? Hayır! Yani evet! Hayır!... Yani ben daha önce hiç plansız bir iş yapmadım ve şu an çok tedirginim," sanki Hazal'a her şeyi söylemek zorundaymışım gibi kelimeler ağzımdan dökülüyordu. O bayılma anından sonrada böyle olmuştu. Patır patır anlatmıştım olan biteni. Hazal'da tuhaf bir yapı vardı. Umursamaz ama güven verici duruyordu. Belki de güven vericiliği umursamaz oluşundandı. Hani ne söylerseniz söyleyin umursamayacaktı işte. Sanki hiçbir şey onu şaşırtamazmış gibi.
"Merak etme seni yemem." gülümserken yanaklarında ki gamzeler ortaya çıktı. Gamzeleri mi vardı onun? Hem de iki yanağında! Bende olmayan her şey Hazal'da mevcuttu.
"Benim şüphelerim daha çok bara falan gitmekle ilgili! Eğer öyle bir şeyse kesinlikle gelmem peşin peşin söyleyeyim. Odamda oturup duvarları izlerim daha iyi!"
Bu sefer kahkaha attı. İçtendi ve güven veriyordu. Gülüşü benim de içimi ısıttı ve o  an sanki dışarı da hiçbir kötülük bana zarar veremezmiş gibi hissettim.
"Hayır, hayır. Öyle bir şey değil. Pişman olmayacaksın, söz veriyorum," çoktan ayağa kalmış, gitmeye hazırlanıyordu.
"Bu tedirginliğimin tek nedeninin plansız bir iş yapmamdan kaynaklandığını söylemiş oldun böylece. Pekala, gidelim bakalım ser verip sır vermeyen Hazal Hanım."

Güzel bir güne uyanmanın en kötü yanı, günün devamının nasıl olacağını bilememenizdir.



Yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen. Ve artık Ev Kızı Evren'in gerçekten bir blogu var. Ancak orada yazan Pilli değil! Evren. Ev Kızı Evren!. Yani karakterle bütünleşmiş bir blog. Buraya linkini bırakıyorum. Belki ziyaret etmek istersiniz. 

www.evkizievren.blogspot.com.tr

0 yorum:

Yorum Gönder